|
||
![]() |
Topraklaşan Elleri: | |
Furkan AYKOL | ||
Parmaklarımız arasından toprak akar, avuçlarımızdan toprak düşerdi; toprağın üzerinde yürürken. Merhamet sözünü söyleyip merhamet istediğimizde, ateşten elleri bizi boğazımızdan tutup ruhumuzu daraltmış; öyle ki ruhumuz bulunduğu o vücuttan kaçmak istemişti. Ruhumuzun bu arzusu kendisi için belirlenen bir vakitte gerçekleşmişti. Parmaklarımız arasından akan ve avuçlarımızdan dökülen toprakla; yeni bir hâle bürünen ellerimiz, topraklaşan ellerimiz ateşten ellerine karşı artık "öteli" olarak isimlendiriliyor ve bu şekilde anılıyordu. Bilmediğimiz ve hiç duymadığımız ne varsa hepsini öğrendik. Biz bir öteli olarak ateşten ellerin topraklaşan ellerimize değmesiyle canımızın yanmasını söyleyememek değil fakat, bu acıyı hep içimize hazmettik. Çünkü her ne olursa olsun birlikte yaşadığımız toplumla, kendi toplumumuzla savaş içerisinde olamazdık; bu nedenle hâlimizi, davranışımızı, uslûbumuzu ve en önemlisi ahlâkımızı korumaya çalıştık: ateşten ellerin kalbî hastalığından kurtulup, gafletten sıyrılmasına mukabil hayatı okumalarını bekledik ve istedik. Ateşten Ellerin yaşam belgesi ve Topraklaşan Ellerin yaşam belgesi öz itibariyle aynıydı ve eğer birinden birisi bozulmamışsa pek çok benzerlikleri bulunuyordu. Hepimiz bu belgeyi kullanırdık ama son zamanlar ateşten ellerin bu belgeyi sık sık kullandığı görüldü ve biz de ateşten ellerin bu belgeyle merkez kapılarından, vasıtalardan, okullardan içeriye girdiğini gördük. Sürekli olarak ellerin içine sivri bir iğne girip aşılı sayılan bu eller, günler geçtikçe aşınan belgelerle yaşamanın da ömrünü tüketiyor ve bir an ölümü tadıp ölümün de ölümüne şâhit oluyorlardı. Bir kapının önünde yaşam belgesiyle durmuştu Hüsrev. Elindeki belgenin üzerine parmaklarından toz ve toprak bulaşmıştı. Kâğıdın üzerindeki toprağı kuvvetli bir nefesle üfledikten sonra belgeyi tam gözünün önünde tutarak yazıları okumaya çalıştı. Belgedeki ismi: Furkan. Hüsrev'in parmaklarından belgeye, ismin olduğu yere toprağın düşmesiyle belgedeki isim okunamaz oldu. Duyulan kapı sesi, kapının açılışı ve kapıdan giriş... Her yeri aynalı bir odanın ortasında Hüsrev duruyor, biraz yürüyor ve tekrar duruyordu. Aynalara yaklaşmaktan korkan öteli bir insandı Hüsrev fakat, karşısına aniden çıkan mücehhez bir aynaya çarpmaktan, sürekli çarpmaktan kurtulamayan da kendisiydi. Aynanın içine baktığımızda görünen bir şair ve şairin içinden çıkamadığı odasıydı. Hüsrev aynadan bu şairi ve şairin odasını tamamıyle görüyordu; gözleriyle odayı dolaşırken ayna karardı ve birkaç saniye sonra tekrar aydınlandı. Bu sefer aynanın içinde genç bir kız, başını iki elinin arasına almıştı. Bir çocuğun bu kıza seslenişi: "Leyla öğretmenim, baş ağrınız hâlâ geçmedi mi?" Ayna ikinci defa karardıktan sonra kendi sesini aynanın içerisinden duyuyordu. "Aptal, kendini halâ nasıl fark edemedin! Şu topraklaşan ellerinin mânâsıyla iki dünyayı bağlayan köprünün ortasındasın. Bakın şuna nasıl sanatkâr bu. Birçok sanat yapıp sanatıyla bütünleşen sanatkâr, kendisinin bir sanat olduğunu (nasıl) göremedi." |
||
Etiketler: Topraklaşan, Elleri:, |
|